2. Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa’da yaşanan en büyük çaplı savaş tam bir ay sonra birinci yılını tamamlayacak. Geçen hafta Avrupa Komisyonu Başkanı Leyen’in de vurguladığı gibi herkes Kiev’in birkaç gün içerisinde işgale uğrayacağını zannederken Kiev asla düşmedi.
Global Firepower’ın 2022 raporuna göre dünyanın en güçlü 2. silahlı ordusu olan Rus ordusu Batı’nın korkularını yersiz bıraktı. Savaş başlar başlamaz devreye giren Batı kanadından Ukrayna’ya gelen silah yardımı sonucunda Rusya-Ukrayna Savaşı, kısa bir zaman içerisinde Rusya ve NATO arasındaki bir vekalet savaşına evrildi. Fiilen NATO silahlarının savaştığı bu muharebede Batı dünyası, Rus askeri sanayisinin ve kapasitesinin ne kadar abartma olduğunu da anlamış oldu. Geçtiğimiz seneyi doğru bir şekilde gözden geçirmek için tarafların gerçekte ne istediklerini anlamak gerekir. Ayrıca merak konusu olan bir noktaya değinmemiz de şart: Yekûn zafer kimin olacak ve zafer hangi şartlar altında kazanılacak?
Komplo teorilerine fazla değinmek istemesek de bahsi geçen varsayımları yok sayamayız. Birçok kaynak (hem Rus yanlısı hem de tarafsız olan bazı gazeteler) Rusya’nın bir gün Ukrayna’ya saldıracağını bilen ABD’nin, savaşta kendi çıkarlarını gördüğü için Ukrayna’yı bu tehlikeli yola girmeye teşvik ettiğini iddia ediyordu. Tabii ki bu iddiaya karşı sunulan herhangi bir iddia her zaman subjektif kalacak. Ama buna rağmen yine de gerçeklere dayanarak bir sonuç elde edebiliriz.
Eğer Washington gerçekten Rusya’ya karşı bu tür oyunun peşinde olsaydı, planın başarılı sonuçlanması adına gereken prosedürlerin 2014’ten beri sabit şekilde devam etmesi gerekirdi. ABD gibi hükümet değişikliğinin devlet politikalarının yönünü oldukça sert şekilde değiştirdiği bir ülkeden bahsettiğimiz için bu tür uzun vadeli planın yapılma ihtimali oldukça düşük gözüküyor. Biden hükümetinin tek ve en büyük hatası 24 Şubat’tan üç ay önce 190 bin kişilik asker gücünü Ukrayna sınırına dayayan Putin’i önemsememesiydi.
2021’in Kasım ayında olayların gelişme istikametini tespit eden Biden’in karşısında iki seçenek vardı. İlk seçeneği Ukrayna’yı hızlı bir şekilde NATO “şemsiyesi” altına almak (zamanında 1953 Balkan Paktı’nın Yugoslavya’yı NATO’ya karşı himaye altına alınması gibi). İkinci seçenek de Biden ve Putin arasındaki “Yılbaşı” telefon buluşmasında Biden’ın Putin’e talep ettiği “güvenlik” garantisini vermesiydi. Hiçbirini yapmamayı tercih eden Biden yönetimi bekleme moduna girdi. Dolayısıyla Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ABD’yi şaşırtmasa bile ABD’nin kontrolü dışında kaldı.
Bu aşamada bizim şu birkaç soruyu sormamız gerekir: Beyaz Ev, Kremlin’e kafa tutmayı seçti ve asla geri adım atmamakta kararlıydı, o zaman neden daha savaşı engelleyebileceği bir süreçte Ukrayna’yı kendi askeri himayesi altına almadı? Washington birçoğunun iddia ettiği gibi “3. Dünya Savaşı’nı engelleme amaçlı” Ukrayna’yı NATO’ya almadı, o zaman neden zamanında Moskova’ya güvenlik garantisi vermedi? Bu soruları yanıtlamaya çalışırken ABD’nin “barışçıl” rolünü de sorgulamaya başlıyoruz.
Olayları ve gelişmeleri birbirine bağladığımızda ABD’nin, Rusya’nın 2021 Kasım ayında başlattığı saldırgan tavrını kendi lehine dönüştürebileceğini düşünebiliriz. Bunun için iki basit motivasyon yeter: Avrupa’yı tekrar ABD’ye bağımlı hale getirmek ve Ukrayna Savaşı yoluyla Rusya’yı yıpratmak. Avrupa Birliği’nin (AB) NATO’dan bağımsız ve kendine özel hiçbir askeri/savunma kuruluşun olmaması Avrupa ülkelerini 2. Dünya Savaşı sonrasında ilk kez direkt askeri tehditle karşı karşıya ve savunmasız bırakıyor. Bu yüzden AB, ABD’ye şu an her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Aynı zamanda Biden’in cumhuriyetçilere karşılık olarak “Biz Kiev’in bizden istediği her şeyi vermiyoruz.” demesi ve uzun zaman ‘’Patriot’’ savunma sisteminin Ukrayna’ya ulaşmaması ABD’nin Soğuk Savaş döneminde izlediği stratejiyi devreye soktuğu anlamına geliyor. Washington, tıpkı SSCB’nin Afganistan’daki başarısız askeri kampanyasının senelere uzaması ve Sovyetlerin savunma sanayisi harcamalarıyla birlikte devlet bütçesini ekonomi krize kadar sürüklemesi gibi Ukrayna’yı Moskova’nın ikinci Afganistan kabusuna çevirmesinin peşinde olabilir.
Sonuç olarak, Batılı liderlerin Rusya’nın Ukrayna işgalini “Dünya Savaşı” seviyesinde değerlendirmesine rağmen sadece bir vekalet savaşına dönüşen Ukrayna Savaşı’nın belirsiz bir zamana daha da uzayacağını iddia edebiliriz. Fakat 1980’lerdeki Afganistan Savaşı’ndan farklı olarak bu seferki savaş o kadar da uzun sürmeyebilir. Çünkü son bir sene içerisinde Moskova üçüncü seferberliğini düzenliyor. Bu durum, Rusya’nın insan kaynakları konusunda ciddi zorluluklarla karşılaştığı anlamına geliyor. Ayrıca Batılıların vaat ettiği, Putin’e karşı uluslararası bir mahkeme kurulmasının yerine farklı bir senaryo bekliyor bizi. Ekonomik olarak ve askeri sanayi anlamında yeterince yıpranan Rusya, askerlerini geri çekecek ve bunu da toplumuna her zaman olduğu gibi bir zafer olarak sunacak. Sonuçta hala tartışmalara açık kalan soru şu: Putin ile mi Putinsiz mi? Kremlin’in tarihsel çatısının altında hüküm süren siyasi ve oligarşik elitler sınıfı bulunuyor ve bu çatının çökmesini engellemek adına kurban vermeye her zaman hazır olduklarını unutmamak gerekir.