Ukrayna gerilimi devam ederken dün Almanya Başbakanı Olaf Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ayrı ayrı Washington ve Moskova’da temaslarda bulundular.
Tansiyonu düşürmek amacıyla yapılan bu görüşmeler sonrasında ABD agresif tutumundan vazgeçmeye niyetli değil. Rusya ise bir taraftan Almanya ve Fransa’nın diyalog çağrılarına şans verirken, diğer taraftan kırmızı çizgilerinden vazgeçmek niyetinde değil.
Putin’in Macron’u elleri cebinde karşılaması , seçilen dev masa ve basın toplantısından sonra beklemeden salondan ayrılması görüşmenin içeriğinden çok konuşuldu. Bu durum Batı’ya verdiği üstü kapalı mesajlardan biri olarak yorumlandı.
Aynı şekilde Biden, ortak basın toplantısında “Tanklar ve askerler Ukrayna sınırını geçerse Kuzey Akım 2 diye bir şey olmayacak. Söz veriyorum” sözlerini sarf ederken , Olaf Scholz ABD ve Biden’ın her fırsatta gündeme getirdiği Kuzey Akımı 2’yi ağzına almamaya özen gösterdi.
Almanya’nın ve Fransa’nın Ukrayna krizinin en büyük kaybedeni olduğunu söylesek yanlış olmaz. Siyasi , ekonomik ve askeri olarak kendi başına karar alma yetisini kaybetmiş durumda. Rusya’ya doğalgaz bağımlığı ve NATO üyeliği arasında sıkışmış bir AB krizin ortasında savruluyor.
ABD, Ukrayna krizi üzerinden NATO’yı yeniden bir “ittifak gücü” olarak sahaya sürmeye çalışırken, Almanya ve Fransa ağırdan alarak kendi çıkarlarına odaklanmış durumda. Bu nedenle Fransa’nın Rusya politikasına öncesinde göre Almanya’ya daha fazla yaklaştığı söylenebilir. Fakat söylemsel ve eylemsel olarak ABD’ye karşı çıkış göremiyoruz.
Aynı zamanda AB Dönem Başkanı olan Macron, Putin ile görüşmesinde Avrupa’nın Rusya ile iyi ilişkiler sürdürmekten yana olduğunu söylemeyi ihmal etmedi. “Ukrayna krizinin” diyalog yoluyla çözülmesi için inisiyatif alan ve Almanya tarafından da desteklenen Macron, bunu denemek istiyor.
Uzun süredir ifade ettiği Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlamak için NATO dışında bir Avrupa Ordusu’nun kurulması için pek çok açıklama yaptı. Hatta, bu temelde NATO’nun “beyin ölümü”nün gerçekleştiğini söyleyerek büyük tartışmalara yol açmıştı. Macron “Ukrayna krizi”ni Avrupa güvenliği için fırsata çevirmek istiyor. Fakat rakibi Le Pen gibi “NATO’dan çıkacağız” kesinliğine ulaşmış değil.
Macron arabuluculukla ayrıca iç siyasette kaybettiği desteği yeniden toparlayarak mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanmak istiyor. Uluslararası siyasette sağladığı başarının içeride bir karşılığın olduğunun farkında. İşi çok da kolay görünmüyor.
Diyalog ve uzlaşma planını kabul etmeyen ABD tehdit, şantaj ve provokatif eylemlerine devam edecek gibi görünüyor. Bu durumda Mayıs ayındaki seçimi de düşünmek zorunda olan Macron’un ABD’ye rağmen karar almasının gerekliliği ile yeni büyük bir krizin çıkışı arasında tercihsiz kalışına neden oluyor.
Yine de şunu söylemek gerekiyor ki ; Macron’un akşam saatlerinde Berlin’de Scholz ve Polonya Cumhurbaşkanı Andrey Duda ile bir araya gelmesi bekleniyor. Bu görüşmede Polonya ikna edilirse, Macron’un ABD’ye karşı baskı oluşturma ihtimali var.
Almanya’nın ve Fransa’nın ABD’yi kendi eksenine çekmek istediği 3 ana başlık var :
- Minsk 2 anlaşmasının yeniden gündeme gelmesi
- Rusya sınırlarındaki NATO genişlemesi sonrası güvenlik endişelerinin giderilmesi
- Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunun ertelenmesi veya askıya alınması
Sonrasında ise ABD tarafının bu duruma nasıl cevap vereceğini merak konusu.