Türkiye, Avrupa Birliği’nin en uzun süre müzakere yürüttüğü ülke konumunda. 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile başlayan Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) macerası çalkantılı süreçler, kaydedilen ilerlemeler ve askıya alınmalar ile geçti. Son 20 yılda Türkiye’nin Avrupa’ya yönelik politikasındaki değişim ve Avrupa’daki siyasi atmosferin değişimi müzakere sürecini neredeyse tamamen çökertti. İşte bu çöküşün hikayesi…
Ankara Anlaşması ile AB’ye ilk hukuki teması kuran Türkiye, Avrupalılaşma ve AB üyesi olma yolunda uzunca bir yol katetti. Türkiye’de 2000’li yıllara kadar yaşanan ekonomik krizler ve askeri darbeler sürecin uzamasındaki en büyük faktör. 1980 darbesi ile müzakere süreci askıya alındı ve 1983 yılında demokratik düzenin yeniden tayini müzakerelerin başlamasını sağladı. Darbe hükümeti döneminde yapılan insan hakları ihlalleri ve Türkiye’de hâkim olan anti-demokratik hava Avrupa’nın Türkiye ile ilişkilerini köklü bir değişime uğrattı. 12 Eylül ihtilalinden çok kısa bir süre sonra Türkiye’ye vize zorunluluğu getiren ilk ülkeler Almanya ve Fransa oldu. Avrupa ülkeleri siyasi sığınmacıların önüne geçebilmek için Türkiye’ye karşı ilk defa vize uygulamalarını başlatmıştı.
2000’ler: Yeni Başlangıçlar ve Yeni Bitişler
1980’li yıllarda Türkiye’de askeri vesayetin sona ermesi ve çok partili hayatın yeniden tesisini 1990’lı yıllarda bir post-modern darbe ve ağır ekonomik krizler izledi. Bu süre içerisinde dağılan Sovyetler Birliği’nden ayrılan bağımsız Doğu Avrupa ülkeleri hızlı bir şekilde AB’ye üyelikle beraber Batı demokrasisine ve ekonomisine uyum sürecine girdi.
2000’li yılların başında Türkiye’deki koalisyon hükümetinin bitişi ve dönemin yenilikçi bir partisi olarak görülen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidara gelişi Türkiye’de başlayacak yeni bir AB politikasının habercisi oldu. Türkiye’nin AB’ye üyelik için giriştiği hızlı uyum süreciyle beraber gelen anayasal ve uygulamalardaki değişiklikler Türk toplumunda Avrupalılaşma vurgusu yarattı. Dönemin popüler televizyon dizileri bile Avrupa Birliği üyesi bir Türkiye vaadini bölümlerine taşıdı.
2000’li yıllardaki değişim elbette sadece Türkiye’nin iç siyaseti ve AB politikalarıyla sınırlı kalmadı. Avrupa Birliği yeni sorunlarla karşı karşıya kaldı. El-Kaide terör örgütünün Avrupa’yı hedef alan saldırıları, eski sosyalist ülkelerin AB’ye katılımı sonucu bir anda gerçekleşen genişleme, 2008 yılında Avrupa’yı vuran Euro krizi, 2010’da başlayan Arap Baharı, Suriye İç Savaşı sonucu Avrupa’nın kaçak sığınmacı ve mülteci akınına uğraması ve 2019 yılında başlayan Covid-19 pandemisi AB’yi oldukça meşgul etti. Bir de bu sorunların üzerine 2022 yılında başlayan Ukrayna-Rusya savaşı 1990’lardan beri kıtaya ilk kez fiziksel gerilim getirdi.
AB ülkelerinde son 20 yılda yaşananlar göz önüne alındığında sağ popülizmi, ırkçılık, Müslüman ve yabancı düşmanlığı ve AB’ye olan güvenin düşüşü siyasi atmosferde en çok dikkat çeken kavramlar oldu. Arap Baharı ve Suriye İç Savaşı sonrası Avrupa’ya akın eden mültecilere karşı aşırı sağcılık ve ırkçılık arttı. Covid-19 pandemi sürecini iyi yönetemeyen AB, dünyanın en büyük ekonomik arenası olmasına rağmen beklenmeyen bir felakete karşı ne kadar hazırlıksız olduğunu gösterdi. Bununla birlikte Fransa, Polonya, Macaristan ve İtalya gibi ülkelerde aşırı sağ liderler ve partilerin güç kazanması ve iktidara gelmeleri Avrupa siyasetini de değiştirmeye başladı.
AB’nin Türkiye’ye karşı tutumundaki bu sağcı popülist tavrın baskınlaşmaya başlaması Türkiye’de doğal olarak bir karşılık buldu. Türkiye toplumunun AB’ye üye olma inancı büyük oranda kırılırken AB’nin ve ABD’nin çıkarları karşısında Türkiye’ye karşı yeri geldiğinde uygulanan ambargolar Türk dış politikasında bir eksen kaymasına neden oldu. Türkiye özellikle Arap Baharı sonrasında bölgesel bir güç merkezi haline gelme sürecine girişmiş, Suriye politikasında da Rusya ve İran’la beraber hareket etmeyi tercih etmiştir. İslam dünyasındaki etkin rolünü arttırma ve Asya’daki Türki Cumhuriyetler ile ilişkilerini geliştirme kararı almıştır. Bu tutumlar Türkiye’yi meşgul etmiş olmalı ki AB ile ilişkilerine fazla vakit harcayamamış ve üyelik müzakere sürecini bir anlamda durdurmuştur.
Buna karşın AB, Türkiye’nin tutumlarına ve Batı karşıtı olan Rusya ve İran gibi ülkelerle iş birliği yapmasından dolayı üyelik sürecinde ileri adımlar atmamaya yönelik politikalar izlemiştir. 2019 yılında hazırlanan AB -Türkiye ilerleme raporunda Türkiye’de artan hukuksuzluk, ekonomik istikrarsızlık, sayısı artan sığınmacı ve mülteciler, demokratik kaygılar göz önünde bulundurulmuştur. Son olarak Schengen vizelerinde ret oranlarının ve döviz kurunun artması özelikle Türkiye’deki yüksek eğitim alan nüfusun AB ülkelerine seyahatini ve Erasmus+ gibi programlara katılımını olumsuz yönde etkilemektedir.
Ee Peki Ne Yapılmalı?
Türkiye, AB’nin en büyük ticaret ortaklarından biridir. Sahip olduğu ucuz iş gücü sayesinde birçok AB menşeili firma Türkiye’de üretim yaparken Türkiye pazarı AB şirketleri için önemli bir yatırım cennetidir. Bununla birlikte her yıl AB üyesi ülkelerden milyonlarca turist yaz tatili için Türkiye’ye gelmektedir. Türkiye, AB üyeliğine adaylığı sayesinde birçok proje için AB fonlarından faydalanmaktadır. Aynı zamanda AB’nin ihtiyaç duyduğu birçok orta ölçekli teknoloji üretiminin de başını çekmektedir.
Fakat ikili ilişkilerin geldiği son noktada, AB’nin Türkiye’yi kabul etme niyeti olmadığı gibi Türkiye’nin AB’nin bir parçası olma isteği görülmüyor. Birçok Avrupalı siyasetçiye göre AB’nin Türkiye ile genişlemesi AB’ye baş edilemez sorunlar getirecek. Türkiye’nin nüfus olarak AB’nin en kalabalık ülkesi olması ve jeolojik konumu, AB Parlamentosundaki Türk milletvekili sayısının artışına ve AB’nin Suriye, Irak, İran gibi sorunlu olduğu ülkelerle komşu olmasına yol açacaktır. Türkiye’nin ise bu süreçte alması gereken tavır oldukça nettir: AB’ye olan üyelik başvurusu geri çekilmeli ve AB ile yeni bir iş birliği üzerine mutabakata varılmalıdır. Bu çözüm 60 yıl önce başlayan serüvenin, aynı koşullarla günümüzde sürdürülemeyeceğinin bir yansımasıdır. Böylece 60 yıl önceki Türkiye’nin konumunun günümüzle aynı olmadığını ifade edilecek ve 60 yıl önce imzalayarak muhatabı olduğu bir anlaşmanın günümüzde Türkiye’yi istismar edilmesinin önüne geçecektir.