Şili’de yapılan 4 Eylül referandumunda, dünyanın en ilerici anayasası olarak görülen anayasayı Şili halkı %62 oranla reddetti. Referandum, anketlerin bile öngöremediği bir ret oranıyla sonuçlandı. Oysaki Şili halkı, Ekim 2020’de yeni bir anayasa için yapılan referandumda %80 kabul oyu vermişti. Şili halkının iki sene önce değiştirmek istediği ve darbeci Pinochet’ten kalan anayasayı, neden 4 Eylül referandumunda değiştirmeyi reddettiği sorusunun akıllara gelmesi oldukça doğal. İşte bu soruya yanıt verebilmek ve süreci anlamak için olayların tarihsel boyutuna kısaca değinmemiz gerekiyor.
Şili’nin dünya politik ekonomiği açısından özel bir yeri vardır. Genel bilinenin aksine, neoliberalizm 80’li yıllarda Theatcher’ın Britanya, Reagan’ın da ABD’nin başına geçmesiyle ve eş zamanlı uyguladıkları politikalarla başlamamıştır. Aslında neoliberalizmin doğuşuna ev sahipliği yapan ülke Şili’dir. 1973 yılında seçimle gelmiş ilk sosyalist devlet başkanı olan Salvador Allande, ABD destekli General Pinochet’in darbesiyle devrilmiş ve ülkede 17 yıl kadar sürecek diktatörlük dönemi başlamıştır. Bu süreçte Milton Friedmann’ın Chicago Üniversitesi’nde öğrencileri olan ve “Chicago Çocukları’’ olarak isimlendirilen Şili’li öğrencilerin ülkesine dönmesi ile neoliberalizm kendini gösterir. ‘‘Chicago Çocukları’’ öğretmenlerinin danışmanlığıyla Şili’de neoliberal düzenin ilk adımları sayılan yapısal dönüşümlere öncülük etmiş ve böylelikle Şili, neoliberalizmin deney ülkesi konumunu almıştır. Neoliberalizm, bundan sonraki süreçte de diğer güney ülkelerine askeri darbeler aracılığıyla yerleştirilmiş ve küresel hegemon bir model haline gelmiştir.
Bugün, Şili’de ufak çaplı değişiklikler haricinde hâlen Darbeci Pinochet’in neoliberalizme öncülük eden darbe anayasası yürürlüktedir. Ekim 2019’da metro fiyatlarına gelen zam, halihazırda kötüleşen ekonomik koşulların ve ülkede gittikçe kendini hissettiren yoksulluğun, patlama noktası olmuş ve ülke çapında kitlesel protestolara yol açmıştır. Protestoların temel sebebi günlük ajandalardan çok ekonomideki yapısal bozukluklara dayanıyordu. Protestolar, halk açısından öylesine geniş yankı buldu ki dönemin başkanı sağcı Pinera, protestoları sonlandırmak için polisin eylemcilere karşı orantısız güç kullanımını da yetersiz görünce ülkede olağanüstü hâl ilan etti ama yine de protestoları bertaraf etmek için yetersiz kaldı. Protestolar sonucu devrilmekten çekinen Pinera yeni bir anayasa için referanduma gidileceğini açıklayarak tepkileri yatıştırmayı başardı. Ancak Mart 2022 seçimlerinde aralarında Komünist Parti’nin de yer aldığı geniş bir sol cephenin adayı olan Gabriel Boric’e devlet başkanlığı koltuğunu devretmekten kurtulamadı.
Birçok siyaset bilimci ve analist; Boric yönetimini Darbeci Pinochet tarafından şekillenmiş, eşitsizliğe dayanan ekonomik ve sosyal modelden uzaklaşmak için değişim şansı olarak gördü. Boric yönetiminde oluşturulacak yeni bir anayasanın, 2019 protestoları sırasında sembol hâline gelen ‘‘Neolibarilizm burada doğdu ve burada ölecek!’’ sloganını bir dilekten öte bir olguya dönüştürecek önemli bir adım olacağını öngören ciddi ve heyecanlı bir kesim de vardı. Ancak 4 Eylül referandumunun sonuçları bu kesimin olumlu öngörülerini boşa çıkardı. Yeni pembe dalganın karizmatik lideri Boric’in ekonomik zorluklar sonucunda gittikçe azalan popülaritesine anayasa hezimeti de eklenince ülkenin içindeki ve dışındaki karizması ciddi hasar aldı.
Şili halkının, yeni anayasayı reddetmesinin çeşitli sebepleri var. Kabul edilmesi beklenen anayasa Şili’yi çok uluslu bir devlet olarak tanımlıyordu. Şili’de yaşayan yerli halkları ülke tarihinde ilk defa tanıyor ve çeşitli haklar vererek yarı özerk bir statü kazandırıyordu. Bu hiç şüphesiz halkta devletin üniter yapısının bozulacağı ve bölünme tehlikesine yol açacağı kaygısını yarattı. Ayrıca verilecek haklar neticesinde yerli nüfusun ayrıcalıklı konuma erişeceği halk açısından benimsenen bir düşünce oldu.
Yeni hazırlanan anayasa, toplumda ilerici sayılabilecek birçok sosyal düzenleme öngörüyordu. Toplumsal cinsiyet alanında tam eşitlik, LGBT bireylere tanınan haklar ve mutlak kürtaj hakkı gibi konulara yapılan vurgular ülkede baskın olan Katolik nüfusu tedirgin etti. Öte yandan hazırlanan anayasanın, çok uzun ve teknik olması onu muhalefet ve burjuva tekeli medya tarafından dezenformasyon edilebilir bir hale getiriyordu. Propaganda neticesinde yanlış yönlendirilmiş halk da bu doğrultuda oyunu kullandı.
Boric hükümetinin önümüzdeki süreçte ekonomik koşullar neticesinde kaybettiği desteği geri kazanabilmesi için ilk olarak toplumun geniş bir kesimi tarafından kabul görecek bir anayasa taslağı hazırlaması ve bu hazırlanacak anayasanın hiçbir yanlış anlaşılmaya yer vermeyen açıklıkta olması gerekiyor. Ayrıca anayasa hazırlanırken Boric’in kendisinin de beslendiğini iddia ettiği marksist teoride yer alan altyapı-üstyapı ilişkisi göz önünde bulundurulup ondan ilham alınmalıdır. Eğer toplumda altyapıyı oluşturan ekonomik ilişkiler doğru bir yapıya oturtulabilirse bu üstyapıya yani kültürel ve sosyal hayata da yansıyacaktır. Başka bir deyişle yeni yazılacak anayasada esas olarak ekonomik yapıda yaşanacak değişimler ön planda olmalıdır. Toplumsal yapıda gerçekleşecek değişimler de onu kaçınılmaz olarak takip edecektir.