24 Şubat 2022 tarihinde şiddetini arttıran ve her geçen gün yeni bir gelişme ile güncelliğini koruyan Rusya-Ukrayna krizi için diplomatik görüşmeler önem taşırken aynı zamanda arka planda kritik rol oynayan krizin uluslararası hukuk boyutu da oldukça büyük önem teşkil etmektedir. Self-determinasyon, kuvvet kullanma, savaş suçu kapsamında sivillere saldırı ve birçok konu, Rusya-Ukrayna krizinde uluslararası hukuk perspektifi ile incelenmeye ihtiyaç duymaktadır.
Krizin temel sorunu devletlerin toprak bütünlüğüne saygı ilkesinin ihlali olarak göze çarpmaktadır. Uluslararası hukuk açısından oldukça önemli olan, devletlerin toprak bütünlüğüne saygı prensibi, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2.maddesi 4. fıkrasında vurgulanmıştır. Söz konusu BM Şartı’nın ilgili hükmü ile Donetsk ve Luhansk’ın Ukrayna’dan ayrılması hali incelendiğinde uluslararası hukuka aykırılık göze çarpan bir unsur olacaktır. Donetsk ve Luhansk’ın Ukrayna’dan ayrılmasına ve tanıma kararlarının onaylanması için Rusya’nın sunduğu ana argüman ise self-determinasyon ilkesi ve bölgede yaşamlarını sürdüren Rus nüfusuna yönelik şiddetin varlığı ile Rus nüfusunu koruma iddiasıdır. Rusya’nın yaptığı çoğu açıklamada dayanak olarak gösterdiği self-determinasyon ilkesinin uluslararası hukukta ne anlama geldiği ve hangi şartlar altında başvurulabilecek bir prensip olduğunun açıklanması ve netliğe kavuşturulması önemli bir husustur.
Self-determinasyon prensibi, çok basit bir tabirle milletlerin kendi kaderlerini belirleme haklarıdır. Bu hak, henüz ülke sıfatına kavuşamamış milletlerin bağımsız bir devlet kurma ya da istedikleri ülkeye bağlı olarak yaşamayı seçebilme hakkı olarak tanımlanabilir. Self-determinasyon prensibi her ne kadar halkların kendi kaderlerini özgürce seçebilme gibi önemli bir hakkı sunsa da bu hakkın kullanımı belli şartlara bağlanmıştır ve bu şartlardan en önemlisi devletlerin bütünlüğü ilkesine aykırılığın olmamasıdır. Self-determinasyon prensibinin devletlerin bütünlüğü ilkesine aykırı olamayacağı BM Genel Kurulu tarafından 24.10.1970 tarihinde 2625 (XXV) sayılı Bildirge’de açıklığa kavuşturulmuştur. Self-determinasyon ilkesi ile ülkesel bütünlüğün bozulması hali yalnızca olağanüstü hallerde mümkün olabilmektedir ki bu durum da oldukça istisnai bir haldir ve güncel Rusya-Ukrayna krizi için böyle bir istisnai hal söz konusu değildir.
Rusya’nın yapılan saldırıları uluslararası hukuk kapsamında meşru kılmak için öne sürdüğü bir diğer argüman ise Rus nüfusa yönelik şiddet ve soykırım iddialarıydı. Bu iddiaları uluslararası hukuk çerçevesinde incelemek için uluslararası hukuk için önemli bir kaynak olan Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) tavsiye görüşlerine veya kararlarına bakılabilir. Güncel Rusya-Ukrayna krizinde öne sürülen soykırım iddialarına benzer özellikler gösteren Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasına ilişkin UAD görüşünde, devletlerin self-determinasyon prensibine başvurması için yalnızca ana devletten gelen bir silahlı saldırının varlığı halinde veyahut self-determinasyona başvuracak halkın varlığını tehdit edecek durumların olmasını aramıştır. Rusya ise yapılan saldırıları uluslararası hukuk kapsamında meşru kılabilmek adına self determinasyona başvuracak halka yönelik bir soykırım ve şiddet durumu olduğunu öne sürmektedir. Fakat uluslararası örgütler tarafından henüz Donetsk ve Luhansk’da yaşayan halklara yönelik soykırım özelliği taşıyan bir şiddet eylemi tespit edilememiştir. Bu sebeple Rusya’nın başvurduğu soykırım ve self-determinasyon argümanları uluslararası hukukta aranan şartları taşımadığından Rusya’nın eylemlerinin yasal ve meşru olmadığı görülmektedir.
Rusya-Ukrayna krizinin bir diğer uluslararası hukuk boyutunu ise tanıma unsuru oluşturmaktadır. Rusya’nın, Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri’ni tanımasının hukuken mümkün olmadığı görülmektedir. Uluslararası hukukta tanıma, bir durumu meşru sayabilmek adına yapılan tek taraflı açıklamalardır. Bu tanımdan yola çıkarak bir devletin bir diğer devletin varlığını hukuken tanıması ve meşru bulması bir tanıma beyanı olacaktır. Putin’in 21 Şubat akşamında yaptığı açıklamalar ışığında Rusya tarafından Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri bir devlet olarak tanınmıştır. Fakat tanıma beyanları sadece tanımayı gerçekleştiren ve tanınan devlet arasında sonuç doğuran bir eylem olduğu için söz konusu bu tanıma bir devletin devlet olma özelliğini etkilemez. Kısacası Rusya’nın 21 Şubat akşamı yaptığı açıklama ile Donetsk ve Luhansk’ı bağımsız bir devlet olarak tanıması ve bu yönde açıklama yapması uluslararası hukuka göre Donetsk ve Luhansk’ı uluslararası topluma dahil edebilecek ve bir devlet olarak anılmasını sağlayacak nitelikte değildir ve bu tanıma yalnızca taraflar arasında geçerli olup uluslararası toplum tarafından geçerli olmamaktadır.
Sivillerin güvenliği, uluslararası insancıl hukuku ve insan hakları açısından da Rusya-Ukrayna krizi incelendiğinde oldukça büyük ve önemli sorunların olduğu ve insan hakları için adeta bir krizin varlığı görülmektedir. Uluslararası Af Örgütü, Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlediği saldırıları adeta bir “insan hakları felaketi” olarak nitelendirmiştir. Yapılan saldırıların meşru olmadığını, Rusya’nın BM üyesi olmasına hatta BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olmasına rağmen BM’ye üye olan ülkelerin ülkesel bütünlüğüne ve bu bütünlüğe karşı kuvvet kullanmayı yasaklayan sözleşmeye uymaması ve BM Şartı’nın 2.maddesinin ihlal edilmesi durumunu uluslararası hukuk çerçevesinde kabul etmediklerine dair açıklamalar yapıldı. Mevcut durumun uluslararası hukukta suç olarak karşımıza çıktığı ve insan hakları ihlalleri ve sivillerin zarar görmesi ile birlikte savaş suçlarının ortaya çıktığı aşikardır. Ukrayna’nın, Rusya’yı Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle, UAD’de Rusya’ya dava açması ve Divan’dan acil tedbir kararı talep etmesine dayanarak da var olan insanlık krizinin boyutu yasal olarak daha da iyi anlaşılmaktadır.
Özetle her ne kadar Rusya yapılan saldırıları meşru kılmak amacıyla her bir adımını hukuki unsurlar ile desteklemeye çalışsa da gerek gerçekleştirdiği somut eylemlerin sivil halk için yarattığı tehlike boyutu gerek uluslararası hukukun çoğu unsuruyla çelişmesi durumu Rusya’nın bu krizde meşru ve yasal adımlar ile hareket etmediğinin en büyük kanıtı olacaktır.