Geçtiğimiz mart ayında iki rakip ülke olan İran ve Suudi Arabistan’ın diplomatik ilişkilerini Çin aracılığıyla yeniden tesis etmesi bölge diplomasisi ve ABD- Çin küresel rekabeti açısından büyük önem taşıyor. Kabul etmeli ki böyle bir antlaşmayı Çin’den başka bir ülke gerçekleştiremezdi. İngiltere’nin 1968 yılında asklerlerini Basra Körfezi’nden çekmesiyle birlikte Suudi Arabistan, ABD’nin bölgede sadık bir müttefiki olmuştu. Ancak Muhammed bin Selman’ın (MBS) ülke kontrolünü eline almasıyla birlikte Suudi Arabistan’ın ABD ile olan ilişkileri daha çok kişiler üzerinden işleyen bir hal aldı. Trump yönetiminde oldukça iyi ilişkiler geliştirilmişken Biden’ın yönetime gelmesiyle birlikte iki ülkenin ilişkileri ve karşılıklı güveni dramatik bir düşüş yaşadı. Özellikle gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle birlikte Biden ve MBS’ın karşı karşıya gelmesi ikilinin ilişkilerindeki önemli bir kırılma noktası olmuştu.
Bu antlaşmadan önce Biden’ın petrol üretimini arttırma yönündeki baskısına rağmen OPEC’in petrol üretiminini kısma konusundaki kararı ABD’nin enflasyonu kontrol altına alma ve küresel finansal krizi önleme çabasına gem vurmuştu. Suudi Arabistan’ın OPEC ülkeleri arasındaki en büyük petrol üreticisi olduğunu göz önünde bulundurursak bu karar, ABD’nin Suudi Arabistan ve bölge üzerinde azalan etkisini gösteriyordu. İran ile diplomatik bağlarını Çin aracılığıyla yeniden tesis eden MBS, Biden’ı Çin karşısında uluslararası arenada küçük düşürerek ABD’nin bölgedeki itibarına bir darbe daha vurmuş oldu. Ayrıca bu antlaşma ile Suudi Arabistan, Yemen’de İran ile girmiş olduğu vekalet savaşlarına son verme ihtimalini güçlendirmiş oldu. Böylece ekonomisini petrol ve petrokimya endüstrisinin bağımlılığından kurtaracak ekonomik çeşitlilik çalışmalarına daha rahat odaklanma fırstatına erişebilecek.
İran tarafında ise antlaşma için iki motivasyon tespit etmek mümkün. İlki yoğun iç karışıklarla uğraştığı sırada ABD yaptırımlarının izolasyonu altında ezilen ekonomisine antlaşmanın bir can suyu olması diğeri ise Çin’in bölgedeki diplomatik itibarını artırıp ABD’yi bölgede küçük düşürme fırsatıydı.
Her ne kadar Çin’in bölgede gittikçe artan etkinliği ABD’nin rolünü azaltsa da ABD hâlen bölgedeki en büyük güç. Suudi Arabistan paradigma değişimini simgeleyen tüm aksiyonlarına rağmen hâla memnuniyetle binlerce ABD askerine ev sahipliği yapıyor ve bunları Çin birlikleriyle değiştirme gibi bir düşüncesi yok. Ancak ABD’nin bölgeye olan ilgisizliğinin yarattığı güç boşluğu son yıllarda Çin tarafından dolduruluyor. ABD’nin bölgedeki ilgisizliğinin nedenlerinden biri kaya gazı ve petrol üretimi sayesinde enerji ithalatında Körfez ülkelerine ona bağımlılığının azalmasıydı. Ancak enerji bakımından Körfez ülkelerine olan bağlılık hem Avrupa hem de dünya genelinde kritik önem taşıyor. Bu enerji kaynaklarının üzerinde Çin kontrolünün artması hiç şüphesiz ABD’nin gittikçe azalmakta olan küresel hegomanyasına zarar verecektir.
Orta Doğu gibi pragmatik ilişkilerin politika yapımında büyük rol oynadığı bir yerde ne sadık müttefiklerden ne de ezeli düşmanlıklardan söz edilebilir. Kısa dönemli çıkar ilişkilerin hüküm sürdüğü bölgede ABD’nin ilgisizliğini sürdürmesi Çin’in bölgede önemli bir aktör olarak daha fazla yükselmesine zemin hazırlayacaktır.