İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Müslüman Uygurlara Çin’in Uyguladığı Baskılar

Müslüman Uygurlara Çin’in Uyguladığı Baskılar dünya kamuoyunun tartıştığı sıcak konulardan bir tanesi. Antropolog Adrian Zens hazırladığı raporda, Çin hükümeti tarafından bölgedeki Müslüman Uygurların nüfusunu sınırlamak için kadınları kısırlaştırmaya veya doğum kontrol yöntemleri kullanmaya zorlama gibi politikaların uygulandığını belirtiyor. BBC’nin aktardığı rapordaki kaynakları resmi bölgesel veriler, politika belgeleri ve Sincan’daki etnik azınlık olan kadınlarla yapılan görüşmeler oluşturuyor. Doğum kotalarının aşılması durumunda gebeliklerini sonlandırmayan kadınlar kamplarda hapsedilmekle tehdit ediliyor. Rapora göre, doğum kontrolüne yönelik politikaları 2016 yılında hayata geçirmeye başlayan Çin hükümetinin özellikle Sincan bölgesindeki gruplara yoğunlaşması hem bölge halkında hem de uluslararası toplulukta endişeleri arttırıyor. İddialara göre 2017 yılından bu yana 1 milyondan fazla Uygurlu Sincan bölgesindeki tutukevlerinde tutuluyorlar.

Amerika’dan Tepki

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Müslüman Uygurlara yapılan Çin Baskısını reddetti

Müslüman Uygurlara Çin’in Uyguladığı Baskılar Amerika Birleşik Devletleri tarafından ‘soykırım’ ve ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ olarak isimlendirildi. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi dün yaptığı açıklamada Çin’e yöneltilen suçları kabul etmediklerini ve bunların tam bir yalan olduğunu belirtti. Çinli yetkililer bu kampları mesleki eğitim veren ve aşırıcılığı ortadan kaldırmak için tasarlanmış ‘yeniden eğitim kampları’ olarak isimlendiriyor.

Müslüman Uygurlara Yapılan Zulmün Perde Arkası

Çin’in 1949 yılında Doğu Türkistan’ı kendisine entegre etti. Bunun sonucunda bölgede zaman zaman farklı şekillerde direnmeler de meydana geldi. 1955 yılında Doğu Türkistan özerk bir bölge ilan edilerek “Uygur Özerk Bölgesi” ismini aldı.
Ayşe Çiçek 2018 yılında yayımladığı çalışmasında, Çin’in Uygurları kendi ulusunun bir parçası olarak gördüğünü fakat Uygurların ise kendilerini sahip oldukları vatan, tarih, kültür, dil gibi öğelerle bağımsız bir ulus olarak tanımladıklarını belirtiyor. Çiçek’in çalışmasında altını çizdiği üzere Uygurlarla Çin arasında yaşanan çatışma farklı yıllarda kendini farklı öğelerle öne çıkardı. Örneğin 2015 yılına kadar sistem/ideoloji çatışmanın temel öğelerinden biri olurken, 2017 yılına gelindiğinde ise tek çatışma öğesinin ayrılıkçılık olduğu belirtiliyor.

Uygurlara Baskı Her Alanda Etkili

Endüstriyel gücü küresel ölçekte de epey öne çıkan Çin’in farklı hammaddelere olan ihtiyacı da bir gerçek. Örneğin, Afrika ülkelerinde “altyapı karşılığında hammadde” çerçevesinde yapılan Çin yatırımlarının amacı kıtadaki zengin yer altı kaynaklarından faydalanmak. Çünkü Çin kendi endüstriyel üretimi için de farklı hammaddelere ulaşmak zorunda. Aynı şekilde Doğu Türkistan’da yer altı kaynakları bakımından zengin bir bölge. Bu sebeple Çin’in bölge kaynaklarını sömürdüğüne dair iddialar da gündemde.

Müslüman Uygurların Nüfusuna Müdahale

Bir diğer amaç ise bölgede Çinli insan sayısını arttırarak demografik yapıyı değiştirmek. Örneğin, Çin’in farklı yerlerinde yaşayan birçok insan Doğu Türkistan’a zorla göç ettirilmiş ve Çinli sayısı bölgede fazlalaştırılmaya çalışılmış. Çiçek’in çalışmasında belirttiği üzere bu göç ettirilen kişiler genelde eğitimli, genç, teknik işçiler ve siyasi bakımdan Çin hükümetine muhalif olmayan kişiler.

Müslüman Uygurlara Din Alanında Baskı

Ayrıca, bölgede yaşayan Uygurlar dini pratiklerin uygulanması açısından da birçok yasakla karşı karşıya kalmıştır. 18 yaşından küçüklerin camiye gitmenin veya sakal bırakmanın yasak olması, Kur’an kurslarının kapatılması gibi çeşitli yönlerden yasaklar ve baskılar bölgede hissedilir durumdadır. Bunların en büyük sebebi ise dini pratiklerin Çin hükümeti tarafından yasadışı ilan edilmesi.

Eğitim Alanındaki Sıkıntılar

Ayrıca bölgedeki azınlık okulları öğrencilerin kültürel kimliklerini korumalarına yardımcı olurken, Çin dilinde eğitim veren okullar ise öğrencilere daha iyi bir istihdam alanı sunmakta. Çiçek’in çalışmasında belirttiği üzere Çince eğitim veren kurumlara giden öğrencilerin ebeveynlerine çocuklarına evde din dersi vermeyeceklerini taahhüt eden bir bildiri imzalamaları şart koşuluyor. Diğer bir taraftan ise iki dilli bir eğitimin olmaması, Çincenin tek resmi dil olarak kabul edilmesi ve eğitim müfredatının tamamen Çin hükümeti eliyle hazırlanması gibi durumlar da bölge halkının kendi dinini, kültürünü ve dilini yaşatmasını engelliyor.