İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Körfez’in Önlenemez Yükselişi

Geçtiğimiz sene G20 ülkeleri içerisinde en hızlı büyüyen ekonomi, beklenenin aksine %8.7’lik büyümeyle Suudi Arabistan’dı. Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de ekonomilerinde yüksek oranda büyük büyüme yaşayan ülkelerdendi. Ülkelerin yükselişini sadece artan petrol fiyatlarına yormak ise hatalı bir yaklaşım olur. Özellikle Suudi Arabistan’ın verilerine bakıldığında petrol dışı büyüme ivmesinin yüksek olduğu göze çarpıyor. Ayrıca yıllardır ekonomik çeşitlendirme yolunda yaptığı yapısal reformların meyvesini ileride daha güçlü şekilde toplayacağı öngörülüyor. Bu ekonomik büyüme hiç şüphesiz Körfez ülkelerinin siyasal otonomisini arttırırken Rusya, Çin, ABD ve Avrupa ülkeleri arasındaki çekişmede önemli bir denge unsuru olarak öne çıkmasını sağlayacaktır. Dünyadaki güncel jeopolitik eğilimler de bu yükselişi hızlandırıcı nitelik taşıyor. Bu nedenle başta Suudi Arabistan olmak üzere Katar ve BAE gibi Körfez ülkerinin siyasi ve ekonomik olarak belirleyici bir aktör olarak karşımıza çıkması kaçınılmaz hale geliyor. Veliaht Prens Selman’ın geçtiğimiz Paris ziyareti, üzerinde konuşulan konular bakımından Riyad’ın Orta Doğu meselelerinin yanında Avrupa meseleleri için de söz sahibi bir aktör olduğunun kanıtıydı ve Körfez ülkelerine karşı olan yeni bakış açısını yansıtıyordu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi, Körfez ülkelerinin ekonomik ve siyasal açıdan kuvvetlenmesini sağlayan önemli bir gelişme oldu. Ukrayna savaşı sonrasında Rusya’ya uygulanan yaptırımlar neticesinde Rusya’nın petrol ve doğalgaz marketindeki rolü önemli ölçüde azaldı. Sonuç olarak dünya kendini bir anda Basra Körfezi’ndeki bir avuç ülkeye bağımlı halde buldu ve bu bağımlılık gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Bu eğilimi ileride tersine çevirecek bir neden bulunmadığı için servet aktarımı ileride de güçlenerek devam edecektir. Sonuçlarını şimdiden görmeye başladığımız bu durum ileride çok daha belirgin bir şekilde hayatımıza etki edecektir. Körfez ülkeleri senelerce altyapılarına büyük yatırımlar yaptı ve şimdi dışarıya açılıyorlar. Prens Selman’ın açıkladığı “2030 Vizyonu” çerçevesinde küresel finans ve turizm merkezi olmak isteyen Suudi Arabistan’ın yaptığı yeni yatırımlar tüm dünyanın ilgi odağı. Bir Suudi Arabistan kulübüne transfer olan Ronaldo ise “Ben büyük bir vizyonun parçası olarak buraya geliyorum.” sözleriyle dikkat çekmişti. Suudi Arabistan’ın futbol dışındaki diğer spor etkinlikleri, turnavaları, oyun sektöründeki yenilikleri veya Neom şehri gibi inovatif yatırımları bu sürecin henüz başlangıcı.

Asıl önemli soru ise Körfez ülkelerinin hızla artan gücünü ve büyüyen etki alanını nasıl kullanacağı. Selman; ülke kontrolünü eline ilk aldığı zamanlar gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi, İran’la Yemen üzerinden savaşması ve çevresindeki bazı ülkelerin hükümetlerini devirmek için uyguladığı baskılar yüzünden gücünü zorbaca kullanan bir yönetici izlenimi uyandırsa da son zamanlarda olgunlaşma yönünde dikkate değer bir politika değişimi yaşadığını gözlemlemek mümkün. İran ile diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmesini (Yemen’deki savaşı sona erdirmek için önemli bir adım), ABD ile gerilen ilişkilerin Biden’ın göreve gelmesiyle birlikte yeniden yumuşamaya başlamasını ve Katar ve Ürdün ile arasını düzeltmesini bu doğrultuda değerlendirebiliriz. Selman, bugün hoyratça bir güç sergilme çabası içinde değil. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte orta ölçekte güce sahip ülkeler kendilerine büyük güçlerden bağımsız manevra alanları bulmaya başladı. Suudi Arabistan ise bu konuda son yıllara kadar silik kalmıştı ve dış politikasında ABD ile olan angajmanı önemli bir belirleyici olmuştu. Ancak bu eğilim Selman’ın ülkede kontrolü eline almasıyla birlikte değişti. Suudi Arabistan, artık dış politikada yeri geldiğinde ABD’ye bile karşı durabilecek (OPEC petrol üretimi kararında olduğu gibi) pragmatik saiklerle şekillenen bir dış politika izliyor. Çin ile ekonomik bağlarını geliştirirken ABD ile olan askeri güvenlik bağlarını da güçlendirmek istiyor. Diğer Körfez ülkelerinin de İsrail ile kurduğu yeni bağlar onların da ideolojik saiklerle değil çıkar motivasyonuyla hareket ettiğinin bir göstergesi.

Tüm bu gelişmeler ışığında Körfez ülkelerinin küresel ölçekteki etkilerini daha da güçlendireceği öngörüsünde bulunabiliriz. Son zamanlarda Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle olan yakınlaşmasını da bu açıdan değerlendirmek mümkün. Her ne kadar Türkiye ve Suudi Arabistan arasında gelişen ilişkilerin ekonomik koşulların dayattığı bir yakınlaşma olduğu medyada sıklıkla öne sürülen ve doğruluk payı olan bir bakış açısı olsa da gelişmeleri tümüyle bu açıdan değerlendirmek günlük siyasi söylemlerle sığlaşmış dar bir perspektif sunacaktır. Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle kurduğu ilişkilerin pragmatik bir zeminde artması Türkiye açısından güncel dünya jeopolitiğine uygun olumlu bir gelişmedir.