İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İsrail-İran Vekalet Savaşı: Yeni Aşamaya Geçiş

İsrail’in İran’da bulunan askeri üslere saldırmasının ardından yaşanan olaylar, iki ülke arasındaki Lübnan’dan Suriye’ye ve Yemen’e kadar uzanan ve senelerdir devam eden Vekalet Savaşı’nın yeni bir aşamaya geçtiğinin sinyallerini verdi.

Vekalet Savaşı’nın yeni aşamasının temelini oluşturan İsrail’in İsfahan ve diğer şehirlerdeki üslere saldırılarının ardından İsrail, İran’ın Suriye’deki pozisyonlarını ve Irak’tan geçen İran askeri konvoylarını ateşe tuttu. Bu operasyonlar şubat ayı boyunca devam etti ve sonrasında ansızın anlaşılmayan bir sessizliğe büründü. Sessizliğin arkasında Pekin aracılığıyla 23 Mart tarihinde Şanghay’da gerçekleşen İsrail ve İran arasındaki gizli görüşmeler yatıyordu. Bu temasların amacı iki ülkeyi herhangi bir anlaşmaya ulaştırmaktı. İlk temasın sonrasında Tahran’da yapılan anti-Siyonist konuşmalar ve Tel-Aviv’de yapılan “Varlığımıza en büyük tehdidi İran oluşturuyor.” sözleri Şanghay görüşmesinin olumsuz sonuçlandığı anlamına geliyor.  

Vekalet Savaşı’nın yeni aşamasının önem arz eden özelliği, Ayetullah rejiminin dikkatinin tamamen Azerbaycan’a yönlenmesidir. Tahran’da 28 Ocak’ta meydana gelen silahlı saldırıdan sonra Azerbaycan Büyükelçiliği’nin tahliye edilmesi Azerbaycan’ın İran’daki diplomatik temsilciliğini neredeyse konsolosluk seviyesine indirdi. İki ay sonra da Azerbaycan, Tel-Aviv’de olaylı bir şekilde ilk büyükelçiliğini açtı. Büyükelçiliğin açılışının arifesinde İran-Azerbaycan arasındaki gerilim Moskova’yı bile endişelendirecek kadar alevlendi. 11 Mart sabah saatlerinde bir İran askeri uçağı, Azerbaycan’ın güney sınırlarında yasadışı bir uçuş gerçekleştirdi. Uçuşun amacı sanki bir şeylerin tespit edilmesiydi. Acaba Tahran İsrail’in Karabağ’daki varlığını mı kanıtlamak istiyordu (!) 

Yasadışı uçuşun ardından 16 Mart’ta İran, Azerbaycan sınırlarındaki askeri güçlerine “Savaşa hazır ol!” emri verdi. Daha sonra, iki Şii ülkede de Nevruz kutlanırken Tahran, yine tatbikat amacıyla 300 zırhlı araçtan oluşan askeri gücünü kuzey sınırlarına toplamaya başladı. 23 Mart tarihinde Mohammad Pakpour, İran Devrim Muhafızları’nın komutanı, askerlerine yaptığı konuşmada Azerbaycan’ı adeta alışkanlık haline getirdiği üzere iftiralarla suçladı. Aynı zaman içerisinde benzer suçlamalar diğer yüksek rütbeli İran yetkililerden de geldi. 24 Mart’ta ise ABD kuvvetleri, Suriye’nin Deir el-Zour şehrinde konuşlanan İran birliklerine hava saldırısı düzenledi. Aynı gün ABD Dışişleri Bakanı Blinken, “Azerbaycan’ın İran ile sınırlarını korumalıyız.” açıklamasında bulundu. 

Nihayetinde 28 Mart’ın akşam saatlerinde, Tel-Aviv’deki büyükelçiliğin açılışından bir önceki gün, İran’a karşı çağrılarıyla tanınan Azerbaycan Milletvekili Fazıl Mustafa, kalaşnikof ile düzenlenen silahlı saldırıya uğrayarak ağır yaralandı. Saldırının dikkat çeken kısmı ise Azerbaycan’ın Tahran Büyükelçiliği’ne saldırı düzenleyen teröristin de aynı silahı kullanmasıydı. Üstelik saldırı sonrası İran Devrim Muhafızlara bağlı olan telegram sayfası, Azerbaycan milletvekiline düzenlenen saldırıdan yarım saat bile geçmeden kendisinin vefat haberini paylaştı. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı saldırının ucunun İran’a uzandığını belirtti ve  Azerbaycan İstihbaratı iki gün sonra İran adına casusluk yapan sekiz kişiyi tutukladı. Son olarak ise Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı dört İran diplomatını “persona non grata” (1) ilan etti ve ülke sınırlarını terk etmeleri için 48 saat zaman verdi. 

Yaşanan son gelişme kesinlikle Azerbaycan dış ve iç istihbaratının İran adına casusluk yapan kişileri takip etmesi ve tutuklaması sonucunda meydana geldi. Azerbaycan’ın kendi egemenliğini korumak adına düzenlediği İran casuslarından kurtuluş operasyonları, İran’ı resmi olmasa da “gayri-dost” ülke olarak nitelendiriyor. Casus ağını kaybeden İran’ın uyuşturucu ticareti ve silah kaçakçılığını faaliyetleri sekteye uyguyor. Üstelik bu durum hem İran elitlerinin yasadışı ticaretini engelliyor hem de İran’ın siyasi varlığını neredeyse minimuma indiriyor. Bunu hisseden Tahran, günden güne İsrail ile ilişkisi kuvvetlenen Azerbaycan’ı hedefi konumuna getiriyor. 

Tüm bunlar yaşanırken Azerbaycan Dışişleri Bakanı, Tel-Aviv Büyükelçiliği’nin açılışı çerçevesinde Savunma Bakanı Yoav Galant ile görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmeler İran’ı daha da kışkırttı. Sonrasında ise İran’ın nereden güç aldığı kendi kendini ifşa etmeye başladı. Çin’in bir ay içerisinde hem İran-İsrail hem de İran-Suudi Arabistan temaslarını gerçekleştirmesi, Pekin’in Tahran üzerindeki etkisini gösterdi.Pekin aracılığıyla 10 Mart’ta Suudi Arabistan-İran ikili ilişkilerin yeniden kurulmasını sağlayan anlaşmanın ardından Kral Salman’ın “İran verdiği sözü tutar, çünkü Çin onu buna mecbur bırakır.” demesi az önceki tahminimizi güçlendiriyor.  

Ek olarak, Ukrayna’da Rusya işgalinin başlamasından sonra Çin lideri Şi Cinping, Rusya’ya ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Ziyaret esnasında birçok kaynak Çin’in artık Ukrayna Savaşı’nda aktif bir rol oynayacağını iddia etti. Hatta bazıları Rusya’nın bir nevi Çin’in askeri anlamdaki desteğine ihtiyacı olduğunu öne sürdü. Ortaya atılan iddialar ise Rusya-Çin-İran üçgenin bir alyans haline geldiği iddiasını doğurdu. Hâl böyleyken İran’ın potansiyel “Kafkasya kampanyasında” Moskova’nın nasıl tavır sergileyeceği, Azerbaycan ve onun güçlü olmasında çıkarı olan İsrail için hayati önem taşıyor. 

İran Devrim Muhafızları’nın paylaştığı “Azerbaycan’ın İşgal Simülasyonu” videosundaki ilginç nokta Azerbaycan’ın hem İran ve Ermenistan tarafından hem de Rusya tarafından saldırıya uğramasıydı. Tehditler böyleyken Rusya’nın İran’a karşı çıkma olasılığı oldukça düşük. Zira hem İran Rusya’nın Ukrayna Savaşı’ndaki silah tedarikçisi hem de gelişmeler iki ülke de Çin’e muhtaçken Pekin’in bu durumu nasıl dengeleyeceğine bağlı. Pekin, Çin ile güçlü ticari ilişkisi olan İsrail’in bölgedeki müttefiki Azerbaycan’ı kurban edemez. Fakat ne yazık ki Pekin, her zaman yaptığı gibi “barışçıl” rolünü üstlenip İran’ın “savaş oyununa’’ müsaade edebilir. Bu durumda İran’ın bölge ve dünya huzuruna oluşturduğu tehdit asla hafife alınmamalıdır. 

(1) Latince “persona non grata” yani “istenmeyen kişi” diplomasi dilinde ikili ülke arasında ortaya çıkan krizlerde sıkça kullanılan bir terim. 1961 yılında yürürlüğe giren ve uluslararası ilişkilerdeki düzenlemeleri öngören Viyana Sözleşmesi’nin 9. maddesiyle, Viyana Sözleşmesi’nin 1963 yılında yürürlüğe giren konsolosluk işlerini düzenleyen 23. maddesi uyarınca, bir devlet, kararını gerekçelendirmek zorunda kalmadan, kendi topraklarında bulunan bir yabancı misyon görevlisini “persona non grata” ilan etme olanağına sahip. Bununla birlikte istenmeyen kişi ilan edilen yabancı misyon görevlisi, kendisinin sığınma başvurusunda bulunmasını engelleyen diplomatik statüsünü koruyabiliyor. Bu durumda istenmeyen kişinin ülkesi tarafından geri çağrılarak, görev yaptığı ülkeden ayrılması sağlanır. Bu kişi, makul bir süre içinde ülkeyi terk etmeyi reddederse, ilgili ülke bu görevlinin diplomatik statüsünü tanımama hakkına sahip. (euronews., 2021)