İran İslam Cumhuriyeti’nde geçtiğimiz haftalarda Mahsa Amini’nin ölümünden sonra başlayan gösteriler hala güncelliğini koruyor. 22 yaşındaki Mahsa Amini “hicap kurallarına uymadığı” gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra öldü ve ülke bir anda alev topuna dönüştü. Yetkililer yüksek tansiyonlu halk protestolarındaki kesin ölüm sayısını açıklamazken devlet televizyonu olaylar sırasında 35 kişinin hayatını kaybettiğini duyurdu. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ise “Ülkenin güvenlik ve huzuruna karşı hareket edenlerle kararlı bir şekilde mücadele edilmeli.” diye bir açıklama yaptı.
Ayetullah Ali Hamaney, protestoların “planlanmış” olduğunu ve gerçekleştirilen bu protestoların “sıradan İranlılar” tarafından yapılmadığını iddia etti. İsyanları ve güvenlik sorunlarını meydana getiren kitlelerin arkasında ABD ve Siyonist İsrail olduğunu ileri süren Hamaney, bu kitleler içindeki kişilerin ABD ve İsrail’den maaş aldıklarını ve hatta yurtdışındaki bazı İranlıların da bu ülkelere yardım ettiğini iddia etti.
Konuyla ilgili İranlı gazeteci Masoud Sadr bazı değerlendirmelerde bulundu. Ülkede özgürlüklerin kısıtlanması noktasında belirli sıkıntılar olduğunu ifade eden Sadr, yaşanan bu olaylarda dış bağlantılı güçlerin payının büyük olduğuna dikkat çekti. İran’daki mevcut şartları kullanarak ABD ve İsrail’in piyonluğunu yapan grupların varlığının yok sayılamayacağını ve amaçlarının İran’daki rejimi yıkmak olduğunu ifade etti. Ayrıca gazeteci, Mahsa Amini’nin dövülerek öldürüldüğü yönündeki bilgileri de yalanladı ve 22 yaşındaki genç kızın kalp krizi sonucu hayatını kaybettiğini iddia etti. Tüm bunlara ek olarak Sadr, İran’daki kişi hak ve özgürlüklerindeki ciddi kısıtlamalar nedeniyle halkın bu durumdan bıktığını ve yıprandığını da ekledi. İranlı gazeteciye göre ABD ve İsrail, İran’daki bu durumu kendi çıkar ve amaçlarına yönelik kullanıyor.
22 yaşındaki genç kızın öldürülmesinden sonra ülke içerisinde başlayan boykotlar, kanlı gösteriler, iş durdurmalar ve grevler her geçen gün daha da yayılıyor. 2009, 2017 ve 2019’da da büyük gösteriler meydana gelmiş ama bir şekilde rejim tarafından bastırılmıştı. Bugün ise İran halkının tahammül eşiğini çoktan aştığı gibi bir gerçek var.
İran’daki 1978-79 devriminden sonra İslam Cumhuriyeti, kadınları şeriat ve İran anayasasının kısıtlamaları altında ikinci sınıf statüsüne indirdi ve yaşanan son olaylarda bir kez daha görüldüğü üzere (her ne kadar Hamaney bu olayların “dış güçlerden” meydana geldiğini ifade etse de) ülkedeki insan hakları kısıtlamalarının ciddi derecede. Ayrıca olaylarda ABD ve İsrail, kendi çıkarları doğrultusunda bu protestoları bir şekilde körüklediyse bile, bu yine İran’daki kişi hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması yüzündendir. Eğer devletinizde, hasım olarak gördüğünüz ülkelerin iç işlerinize karışmasına sebep olabilecek güvenlik açıklarınız ve insan hakları ihlalleriniz varsa, hasım devletler bunu kullanmaktan çekinmeyecektir. Yani sürekli dış güçlere suç bulmadan önce kendi devletinizin onlara koz vermemesini sağlamalısınız. İran ise sürekli insan hakları ve özgürlüklerine yaptığı kısıtlamalar ile hem kendi halkını kin dolu hale getiriyor, hem de ABD ve İsrail gibi devletlerin eline büyük bir koz vermiş oluyor. İran’daki din adamları da her zamanki gibi halkın varoluşsal meydan okumalarını kaba kuvvetle bastırmaya çalışıyor ama şiddet ve baskı ayaklanan bir ulusun iradesini söndürebilir mi?
İslam Cumhuriyeti’nin temel taşlarına baktığımızda;
- ABD’ye karşı şiddetli muhalefet ve düşmanlık
- İsrail’e karşı inatçı bir düşmanlık
- Kadınların örtü takmasını gerektiren zorunlu baş örtüsü yasası (kurumsal kadın düşmanlığı)
Bu üç temelden birisi yıkılırsa, İslam Cumhuriyeti’nin tüm yapısı bozulacaktır. İran’daki rejimi ayakta tutabilmek için ABD ve İsrail düşmanlığına rejimin ihtiyacı var. Bu iki ülkeye karşı duyulan nefret, İran rejiminin temellerine kazınmış durumda. Ek olarak zorunlu baş örtüsü ise her ne kadar İran tarafından güç ve dayanıklılığın sembolü olarak görülse de aslında kırılganlığın sembolünden başka bir şey değil.
İslami ahlak kurallarını korumakla görevli İran kolluk kuvvetleri, 3.6 milyon kadını “uygunsuz kıyafet” nedeniyle uyardı, para cezasına çarptırdı, hapse attı. Bununla da yetinmeyen rejim, ağustos ayında internette baş örtüsü olmadan fotoğraf paylaşan kadınların altı ay ile bir yıl süreyle bazı sosyal haklardan mahrum bırakılacağını duyurdu. İran rejimi, kurallara uymayan kadınların devlet dairelerine ve bankalara girmelerini ve toplu taşıma kullanmalarını da engelledi. Fakat sosyal değişim ve Batı ile daha güçlü bağlantılar isteyen genç nesli kontrol etmeye çalışmak İran’daki rejim için zorlu bir mücadele. Buradaki “Batı ile güçlü bağlar” kısmına takılanlar muhakkak olacaktır. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki İran rejiminin baskıları yüzünden halk bir şekilde gerçekleşmesini umdukları özgürlük için tutunacak bir dal arıyor. Sonuç olarak halkın Batı’ya yönelmesini sağlayan etken ise yine baskıcı İran rejimidir.
Ayrıca rejim, rejim karşıtlarını İran’ı istikrarsızlaştırmaya çalışan ABD yardakçıları olarak nitelendiriyor. Kadınların başı çektiği bu protestolar İran’ın teokrasiden demokrasiye geçiş sürecine evrilecek mi henüz bilemiyoruz ancak İran’ın dönüşümü bir günde gerçekleşmeyecek. Molla zihniyeti ülkenin her bir hücresine nüfuz etmiş durumda. En ufak reformist hedefi olan partiler, mollalar tarafından oyun dışı bırakılıyor. Birçok ülke İran’da bir reform gerçekleşebileceğini düşünmüyor. Protestoların şiddeti arttıkça rejimin şiddeti de artıyor. Umalım ki İran halkı, canıgönülden diledikleri, gerici rejimden kurtuldukları günlere kavuşsun.