İngiltere, tarihi süreçte uluslararası organizasyonlar ve başka önemli kuruluşlar için kilit bir role sahiptir. Ne var ki İngiltere, sıklıkla bu kilit rolünden vazgeçerek muhafazakar devlet politikaları uygulayabiliyor. Brexit sonucu AB’den ayrıldığı örnekte olduğu gibi İngiltere, dünya siyasetine daha muhafazakar ve geleneksel politikalarla yön veren ve dış müdahalelerden pek haz etmeyen köklü devlet geleneğini devam ettirmektedir. Bu etkilerin en kuvvetlisi 2016’da yapılan referandum sonucu 2020’de AB’den Brexit ile ayrılmasıyla hissedilmişti.
Ne Yaşandı?
Geçtiğimiz günlerde İngiltere, yüzyıllardır koruduğu muhafazakar ve geleneksel siyasi haritasının ışığında bir başka beklenmeyen hamlede bulundu. İngiltere hükümeti, bu gelenekselliği ve dış müdahaleye kapalı olma isteğini bu sefer iç hukuk düzeninde bir hamlede bulunarak dışa vurdu. İngiltere, uygulamaya gerekli görmemesi halinde AİHM kararlarını uygulamamaya yönelik İnsan Hakları Yasası’nda değişiklik yapma teklifini Parlamento’ya sundu.
Başbakan Yardımcısı Raab, bu değişikliğin temel kaynağının İngiliz yasaları olduğunu belirtti. İç hukuktaki bu düzenlemelerin aksine Raab’ın açıkalamaları, İngiltere’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden ayrılmayacağını netleştirdi.
İngiltere’nin bu hamlelerine karşı olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin AİHM kararlarının bağlayıcılığı ve uygulamayan devlet hakkında geçici tedbir konusundaki ilgili hükümleri bu konuda önem arz edecektir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) madde 46 uyarınca bu sözleşmeye taraf olan her devlet AİHM kararlarını uygulamak konusunda mecburdurlar. Buna karşılık olarak Başbakan Yardımcısı Raab’ın açıklamalarına göre, AİHS’e taraf herhangi bir devletin tutumu veya kararları, uygulamadaki süreç için geçici tedbir alınmasının önünü açan AİHM İç Tüzüğü madde 39’un, İngiltere’nin iç hukuk düzeninde kamu kurumlarını veya bu kurumlarda çalışan yetkilileri bağlamadığının altını çizdi.
İngiltere’yi AİHM Kararlarını Uygulamamaya İten Olayın Çıkış Noktası Nedir?
İngiltere, ülkede yaşayan sığınmacıları Ruanda’ya göndermek amacıyla 15 Haziran’da Londra’ya 130 km uzaklıktaki bir askeri havaalanından uçakla sığınmacıları gönderme planı yapıyordu. Ruanda’ya gönderilecek olan bir sığınmacının avukatının AİHM’e başvurmasıyla AİHM uçuşun durması adına bir karar aldı. İngiltere bu kararı tepki ile karşıladı. Hatta İngiltere Başbakanı Boris Johnson, AİHM’den yükselen tepkilere karşılık olarak İngiltere’yi AİHM’den çıkarmak ile tehdit etmişti. İngiltere’de yaşanan bu duruma İngiliz muhalefeti, hükümetin sığınmacılar için AİHM kararlarını uygulamamakta diretmesinin bir fiyasko olduğunu belirtti. Hükümet ise iç hukuk düzeninde İnsan Hakları Yasası’nda yapacağı değişikliklerle Ruanda krizi sonrası AİHM kararlarını uygulamamakta kararlı.
Olayın siyasi boyutu kadar hukuki ve insan haklarını içeren boyutları da tartışılmalıdır. AİHS’in 46. Maddesi’nin açık hükmü, bu sözleşmeye taraf olan her devletin AİHM kararlarını uygulama konusunda mecbur olduğunu belirtmiştir. Fakat İngiltere’nin bu son hamlesi sözleşmeye bağlılık ilkesine ve sözleşmenin hukuksal boyutuna aykırılık teşkil etmektedir.
Aynı zamanda İngiltere’nin insan hakları konusunda bu denli iç hukuk odaklı ve evrensel değerlere karşı çıkan hamleleri insan hakları ihlalleri için de uygun zemin hazırlamaktadır. Evrensel olan insan haklarının İngiltere sınırları içinde İngiliz hukuk geleneğiyle ve siyasi emellerle düzenlenmiş olması büyük insan hakları krizlerinin ortaya çıkmasına müsaade etmektedir. Hatta birçok İngiliz hukukçu bu yasa teklifini “kafa karıştırıcı ve gereksiz” olarak nitelendirerek ağır bir şekilde eleştirmişlerdir. Büyük yankı uyandıran bu teklife karşılık önemli İngiliz hukukçuları, bu yasa değişikliği teklifini İngiliz hukuku adına geriye doğru atılmış bir adım olarak nitelendirmiştir. İngiliz hükümetinin son atılımları iç hukuk düzenini korumak olsa da bu durumun, İngiltere adına büyük tartışmalar ve önemli insan hakları ihlalleri yaratabilecek bir konuma evrilmesi olasıdır..