21 Ocak 2023 tarihinde İsveç’in Türkiye Büyükelçiliği önünde Türkiye hükümetinin uyarılarına rağmen Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i yakma eylemi polis koruması altında gerçekleştirildi. Eylemi gerçekleştiren Danimarkalı aşırı sağcı Sıkı Yön Partisi (Stram Kurs) lideri Rasmus Paludan 2020 yılında da farklı ülkelerin kamusal alanlarında Kur’an-ı Kerim yakma eylemi gerçekleştirmek istemiş ancak izin verilmemişti. Fransa, Almanya ve Danimarka’dan sınır dışı edilen Paludan, daha önce ırkçılık ve nefret suçundan hüküm giymişti. Bu eylem üzerine de Müslümanlardan ve Türkiye hükümetinden sert tepkiler geldi. Türkiye hükümeti bu eylemi “nefret suçu” olarak nitelendirdi ve Paludan’ın yetkililerce cezalandırılmasını istedi. İsveç hükümeti ise eylemi Müslümanlara yönelik bir “saygısızlık” olarak nitelendirdi ancak ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirtti. Gerginlik nedeniyle İsveç’in NATO’ya girişi daha da sancılı bir yola girdi ve İsveç, NATO’ya üyelik sürecini temmuz ayına erteledi. Eylemin üzerinden 1 hafta geçmeden bir başkası İsveç polisinden İsrail büyükelçiliği önünde Tevrat yakmak için izin istedi ancak İsveç hükümeti İsrail yetkililerin isteği üzerine eyleme izin vermedi. Bu durum İsveç yönetiminin “ifade özgürlüğü” olgusu çerçevesinde kendisiyle çeliştiğini ve sadece İslam’a yönelik ötekileştirici ve ayrımcı bir tutum sergilediğini gösterdi. Nitekim bu olayın nefret suçu olduğu Avrupa’da uzun süredir yükselen İslamofobi ve Müslümanlara yönelik artan kısıtlamalar göz önüne alındığında oldukça açıktır.
İslamofobi, İslam dinine karşı duyulan nefret, kin ve korkunun sentezlenmiş halidir. İslam dininin yayılmasından ve bu dini takip eden Müslümanlardan korkmak, bu korku nedeniyle bireylerin dinini özgürce yaşama haklarını engellemek, engellenmemesi durumunda bunu tehdit olarak algılamaktır. İslamofobi dünyada yaratılan İslam algısı ve Müslüman imajından kaynaklanıyor. Batı’da bulunan göçmen, mülteci ve sığınmacıların çoğunluğunun Müslüman olması İslamofobi’nin özellikle Batı’da popüler olmasının başlıca nedenidir. Göçmen ve mültecilere karşı var olan ikinci sınıf muamelesi, Müslümanlara karşı var olan ön yargıyla bir araya gelince sosyal hayatta nefret suçuna sebep olabilen İslamofobi’ye dönüşüyor. İslamofobi’nin bir diğer nedeni ise İslam hakkındaki bilgi eksikliğidir. Dünya’nın en yaygın 2. dini olan İslam hakkında bilgi sahibi olmayanların; sosyal medya, sinema, TV, gazete gibi kitle iletişim araçlarıyla yanlı haberlere ve yanlış bilgiye maruz kalması onların Müslümanlara karşı objektif bakmalarını engellerken; İslam ile terörü bağdaştırmaya çalışan elitlerin söylemleri, onların zihinlerinde Müslümanların tehdit figürü olarak yerleşmesine sebebiyet veriyor. Uzun yıllar önce ortaya çıkan İslamofobi, 1979 İran Devrimi, 11 Eylül saldırısı, 2015 göç krizi, Avrupa ülkelerinde meydana gelen terör eylemleri sonucu popülerleşerek gündemdeki yerini aldı. Ayrıca İslamofobi’nin siyasi istikrarsızlığın ve ekonomik krizlerin olduğu dönemlerde daha yükselişte olduğu gözlemleniyor. Radikal İslamcı grupların faaliyetleri ile aşırı sağcı ve popülist siyasi partilerin söylemleri İslamofobi’nin yayılmasına neden oluyor.
İslamofobi Müslümanların hayatına başörtüsü yasağı, Müslümanlara yönelik istismar, psikolojik ve fiziksel şiddet; camilere, İslam merkezlerine ve Müslüman mezarlıklarına saldırı; mal ve hizmetlerin dağıtımında, eğitim, istihdam ve barınmada ayrımcılık; kamu kurumlarındaki Müslümanlara karşı hüküm ve saygı eksikliği şeklinde yansıyor. İslomofobi’nin artmasıyla Müslümanlara yönelik nefret söylemi ve nefret suçu da artıyor. Nefret suçunu AGİT en geniş ifadeyle “Mağdurun, mülkün ya da işlenen bir suçun hedefinin, gerçek ya da hissedilen ırk, ulusal ya da etnik köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engellilik, cinsel yönelim veya diğer benzer faktörlere dayalı olarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle algılanan bağı, bağlılığı, aidiyeti, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği, kişilere veya mala karşı suçları da kapsayacak şekilde işlenen her tür suç” şeklinde tanımlamıştır. Nefret suçları hedefe bağlı olarak, en uç noktada soykırım, etnik temizlik ve seri cinayetler, daha düşük düzeyde ise fiziksel saldırı, taciz, kundaklama, mobbing, saldırı tehdidi, saldırgan broşür, poster, duvar yazıları ile Twitter gibi sosyal ağlar üzerinden hedef şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Nefret söylemi ile çatışma halinde olduğu ileri sürülebilen ifade özgürlüğü, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere mutlak bir hak olarak ele alınmamış, aksine inanç özgürlüğü, mahremiyet, eşitlik ve ayrımcılık yasakları ile dengelenmesi gereken bir özgürlük olarak görülmüştür. Sonuç olarak Müslümanlara yönelik bu ötekileştirici nefret söylemleri ve nefret suçları Avrupa’da üçüncü neslini yetiştiren Müslüman göçmenlerin yerli halk ile entegrasyonunu geciktirmektedir. Anti-semitizm gibi İslam düşmanlığı da insanlık suçudur. İslamofobik, ırkçı söylem ve eylemlerin engellenmesi toplumların ve devletlerin refahı açısından önem arz etmektedir. Aksi takdirde nefret söyleminin ve suçunun giderek artması, dünyayı -bir zamanlar Yahudilere yapıldığı gibi- ırkçılığın doruk noktalara ulaştığı faşist bir toplum tehdidi ile karşı karşıya bırakacaktır.