2011’de Ortadoğu’da uzun yıllar görev yapan üç diktatörün devrilmesiyle başlayan Arap Baharı yeni bir demokrasi dalgası oluşturması beklenirken son 10 yılda otokrasiyi güçlendirdi.
Mısır, Suriye ve Bahreyn’de demokrasi talepleri askeri baskılar tarafından ezildi. İç savaşlar ve dış müdahale, Libya’da olası bir değişimin zeminini zehirlerken, Yemen, Suudi Arabistan ve İran’ın rakip katılımıyla bir vekalet iç savaşına dönüştü.
Orta Doğu’nun dönüşümüne yönelik on yıllık başarısız çabalar dünya çapında bir eğilimin altını çiziyor: ister Hong Kong’da ister Myanmar’da olsun demokratik yönetim düşüşte. Hatta demokrasi beşiği dediğimiz Avrupa Birliği dahi Macar lider Orban ve Belarus lideri Lukaşenko gibi örneklerle zedelendi.
Tomurcuklanan ABD-Çin Soğuk Savaşı bağlamında, bu tür gelişmeler Pekin’in lehine. Çin, etkisini Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla, insan ve medeni haklar kaygılarından bağımsız olarak ekonomik olarak yayılıyor. Donanması, bir zamanlar Amerikalılar için ayrılmış olan Ortadoğu limanlarında ağırlanıyor.
ABD Başkanı Joe Biden, geçen yaz, dünyanın otokrasi ile demokrasi arasında bir mücadele içinde olduğunu açıkladı. Yine de, yönetimi demokrasilerin hızla çöken çöküşüyle pek ilgilenmiyor gibi görünüyor. Onun demokrasiye karşı otokrasi yorumu gerçekten Amerika ile dostları arasında Çin, Rusya ve onların müşterileri ve müttefiklerine karşı tutum önemli bir kriter.
Bu bağlamda, Arap Baharı ikinci bir demokratik patlamayı temsil etti – ancak başarısız oldu. Yeni demokrasiler etnik çatışmanın üstesinden gelemedi ve aşiret ve dini rekabetlerden arınmış ulusal kimlikler yaratamadı. Her biri, yerli bölünmeleri sömüren yabancı müdahaleyle kuşatıldı.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, geçmişteki demokrasi promosyonlarının yükü altında değil. Seçimlerin, tartışmaların ve muhalefetin karmaşası olmadan refaha sıçramayı vaaz ediyor ve diğer ülkelerin iç yönetimiyle ilgilenmiyor. Bu da otokrat liderlerin elini güçlendiyor.
Bir zamanlar dünya çapında demokrasi savunucuları olan ABD ve diğer Batılı güçler de Çin’in bu tutumuna yaklaşıyor. Biden’ın, Mısır’da Sisi’nin 2013’te tek bir günde iktidarı ele geçirmesine ve 800 Müslüman Kardeşler protestosunu öldürmesine rağmen, Kahire’ye 300 milyar dolarlık yardımı buna bir örnek olabilir.
Bir başka örnekte ise Biden, Sudan’ın darbesini doğrudan kınadı ve vaat edilen 700 milyon dolarlık yardımı alıkoydu. Ancak darbenin arkaplanındaki Mısır, Suudi Arabistan ve BAE, ABD’ye dost otokrasilerin, devralmayı destekliyor.
Bu da, Arap Baharını kara kışa çeviren en önemli unsurların başında geliyor. Batı’dan ihraç edilen serbest piyasa ekonomilerinin kaçınılmazı olan demokrasi önemini kaybediyor. Bunun yerine “taraflık” ön plana çıkıyor.